top of page

GERÇEKLİK, OLASILIKSIZDIR

  • Yazarın fotoğrafı: Ayşe PELİKLİ
    Ayşe PELİKLİ
  • 14 Eyl
  • 3 dakikada okunur
ree

Geçenlerde izlediğim dizideki bir deney, bana görme kavramının bir yanılsama olduğunu hatırlattı. Bir cisim farklı manyetik alanlarda farklı, karanlıkta farklı, aydınlıkta farklı, miyop görme bozukluğu olan biri tarafından farklı, renk körü biri tarafından farklı, bir köpek tarafından farklı, sağlıklı bir insan tarafından farklı, arkadan bakan biri tarafından farklı, önden bakan biri tarafından farklı görünüyor... Öyleyse gerçeği kim görüyor?


Görme eylemi, ışık aracılığıyla gerçekleşir. Ne kadar sağlıklı olsak da yeterli ışık varsa görürüz yoksa göremeyiz. Yani görmek, görebiliyorken bile bizim elimizde değildir. Görüntü, ışığa muhtaçtır. Peki ışık nedir?


Aslında ışık diye bir şey yoktur. Bizim ışık dediğimiz, atom yapısındaki elektrik yüklü parçacıklar olan proton ve elektronların hareketiyle oluşan manyetik alanda ortaya çıkan elektromanyetik spektrumdaki 400-700 nanometre aralığında bulunan dalga boyları yani fotonlardır. Bu fotonlar bulundukları dalga boyuna göre gözümüz tarafından farklı renklerde algılanır. 400-450 nm mor, 450-495 nm mavi, 495-570 nm yeşil, 570-590 nm sarı, 590-620 nm turuncu ve 620-700 nm ise kımızı görünür. Bu dalga boylarının farklı renklerde görünmesini sağlayan ilk faktör, retinadaki ışığı algılayan hücrelerdir. Çubuk hücreleri, az ışıkta görüntü oluşturur. Bu sebeple gece renkleri farklı algılarız. Koni hücreleri ise standart ışıkta görüntü oluşturur. Bu ışıkta alıştığımız renk tonlarını görürüz. Koni hücreleri üç adettir. Kısa hücreler 420 nm’ye kadar dalga boyunu algılayabilir. Bu dalga boyu mavi-mor renge tekabül eder. Orta hücreler 534 nm’ye kadar algılar ki bu da yeşil renge karşılık gelir. Uzun hücreler ise 564 nm’ye kadar algılama kapasitesine sahiptir ve kırmızı rengi oluşturur. Ara renkler, bu üç koninin farklı oranlarda uyarılmasıyla ortaya çıkar. Yani gözümüz, her an dalga boylarını karıştırarak bize renkli bir dünya sunar. Bir cismi güneşe tuttuğunuzda gördüğünüz renk, cismi gölgeye çektiğiniz an değişir. Çünkü ışığı renge dönüştürme işlemi her an durmaksızın uygulanır. Herhangi bir rengi görmemizi sağlayan diğer faktör ise moleküler yapıdır. İster doğal ister insan yapımı olsun bir cisim, moleküler yapısının emdiği ve yansıttığı elektromanyetik dalgalara göre renk alır. Cisim, üstüne gelen elektromanyetik dalgalardan emeceğini emer yansıtacağını yansıtır. Yansıyan dalgalar retinamızdaki ilgili konik hücresinden geçer ve onu belirli bir renkte algılarız. Bu algılama olayını da biraz açmak gerekebilir.


Gözün en dış kısmı, gözü bombeli şekilde kaplayan tabaka korneadır. Baktığımız cisimden yansıyan ışık doğal olarak önce korneayla karşılaşır. Kornea, kendisine çarpan bu ışığın tamamının doğrudan gözün içine girmesini engellemek için onu büker. Yani ışık bir engelle karşılaşarak değişime uğrar. Daha sonra kornea bu ışığı irise transfer eder. İris, gözün renkli bölümü olarak bilinir. Görevi, göz kaslarını kontrol ederek göz bebeğinden içeri girecek ışık miktarını ayarlamaktır. İrisin izin verdiği ölçüde ışık göz bebeğinden içeri girer. Göz bebeğinden de geçmeyi başaran ışık, bir alt katmandaki merceğe ulaşır. Işık, mercek tarafından ikinci kez bükülerek retinaya gönderilir. Tüm bu işlemler gerçekleşirken hala görüntü oluşmaz. Görüntü bir algıdır. Algılama işlevi için sinir hücrelerine ihtiyaç vardır. Gözdeki sinir hücreleri ise retinada ortaya çıkar. Işık, ancak retinaya ulaştığında bu sinir hücrelerini uyarabilir ve görme ile ilgili mesajlar oluşmaya başlar. Göz sinirlerinin hazırladığı mesajlar beyindeki oksipital loba iletilir. Mesajlar, görsel bilgiyi okuma ve işleme görevinde çalışan bu departmanda çözümlenir. Nihayetinde anlamlandırabildiğimiz bir görüntü ortaya çıkar. Ve biz bu şekilde görmüş oluruz.


Görüyoruz da gördüğümüz acaba ne? Benim gördüğüm, bambaşka bir sistemde neye benziyor? Görmediğimiz neler var? 400 nm’nin altında ve 700 nm’nin üstünde hangi görüntüler var? Belli aralıkların dışını göremiyoruz, belli aralıkların dışını duyamıyoruz... Algılarımız o kadar kısıtlı ki. Sonsuz bir evrenin içindeki küçücük zihinleriz. Hepimiz aynı zihin hapishanesinde tıkış tıkış yaşıyoruz. Gerçek diye bir yalan uydurmuşuz, peşinden gidiyoruz. Gerçek, filin kuyruğu mu yoksa hortumu mu? Mağaranın içi mi yoksa dışı mı? Hem doğu hem batı filozoflarının çeşitli metaforlarla bir yansıma ve yanılsama olduğunu anlattıkları şu dünyada gerçek kadar gerçek dışı bir şey olamaz. Gerçeklik, olasılıksızdır.

 
 
 

Yorumlar


  • LinkedIn

©2021, Ayşe PELİKLİ tarafından Wix.com ile kurulmuştur. Her hakkı saklıdır.

bottom of page