top of page

NOLUR NOLUR NOLUR!!!

  • Yazarın fotoğrafı: Ayşe PELİKLİ
    Ayşe PELİKLİ
  • 15 Eki 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 Nis

“Bu suç belki af bulur. Nolur nolur nolur kendini bana ver.” Şarkıyı tamamladıysanız yazıya geçebiliriz.


ayşe pelikli'nin yazısında gilmore girls dizisinden lorelai gilmore rolünde lauren graham
Lorelai Gilmore (Gilmore Girls 1. Sezon 1. Bölüm)

Bir şeyi istediğimizde onu şımarık bir çocuk gibi tutturmak... Yetişkinler olarak bizlerin yaptığı en büyük hatalardan, en boş çabalardan biri. İstemek insanın en doğal hakkı, önünü alamadığı en temel özelliklerinden biri. Ama inatla istemek neden? Ve bu soruyu devam ettirip ikinci bir soru soracak olursak inatla istemek neden yanlış?

Biz bu hayatı madde boyutunda yaşıyoruz. Tek boyutlu görüyor, tek boyutlu algılıyoruz. Tek bir senaryonun oyuncularıyız. Halbuki algılayabildiklerimiz, var olanların 1/10’i bile değil. Milyonlarca farklı senaryo var. Biz sadece kendi yaşadığımız versiyonu biliyoruz ve bu kısıtlı senaryoda yer alan bu küçücük hayatlarımız için çırpınıyoruz. Oysa biz hiçbir şey bilmiyoruz ki. Kendi hayatlarımıza da, kendi ihtimallerimize de, kendimize de o kadar yabancıyız ki...


Felsefede nedensellik ilkesi vardır. Nedensellik, her sonucun bir nedeninin olduğunu iddia eder. Bu ilke, geçtiğimiz yüzyılın başlarında Kuantum fiziğinin ortaya çıkmasıyla daha fazla tartışılmaya başlamış, daha büyük önem kazanmıştır. Einstein’ın meşhur sözü “Tanrı zar atmaz”, bu felsefeyle ilişkilidir. Demek oluyor ki yaşadığımız her şeyin bir sebebi var. Ve tüm sebepleri bilmemiz mümkün değil. Dolayısıyla bilmemekte çok haklıyız. Ama bilmediğimizi kabullenmiyoruz. İşte haksız olduğumuz nokta burası. Hayatımızdaki her şeyin bir sebebi olduğu gibi, hayatımızda olmayan her şeyin de bir sebebi var. Maalesef bunu unutuyoruz.


albert einstein kuantum fiziği
Albert Einstein

Bazen çok istediğimiz bir şey olmadı diye şükrederiz. İşte o zaman kurtulduğumuz belayı görmüşüzdür. Ama görmediğimiz, bilmediğimiz daha ne belalardan kurtuluyoruz kim bilir. Kim bilir bizim hiç önemsemeden yaptığımız hangi davranışımız, bugün şu sokaktan değil de o sokaktan gitmemiz, bu dükkandan değil de şu dükkandan alışveriş etmemiz hangi hayırlara sebep oluyor. Hayır sandığımız bazı olaylardaki şerleri görürüz. Şer sandığımız bazı olaylardaki hayırları görürüz. Bazen ne hayır ne şer hissettiğimiz nötr olaylar hayırlara gebe olur. Bunların nedenini anlarız. Buradaki neden-sonuç bağlantısını kurarız. Çünkü görmüşüzdür. Ama neden-sonuç bağlantısını kuramadığımız, çünkü haberdar olmadığımız milyonlarca olayı teğet geçiyoruz. Bunlar senaryomuzun okuyamadığımız kısmında veya başkalarının senaryolarında yer alıyor.

Bugün sokağa çıkıp yürüdüğümüzde yalnızca sokağa çıkıp yürümüyoruz. Birilerinin hayatını değiştirmeye çıkıyoruz aslında. Bugün dışarı çıktık. Yürüyüş yaparken bir dostumuza rastladık ve sohbet esnasında dostumuz otobüsü kaçırdı. Otobüsü kaçırdığı için iş görüşmesine gidemedi ve işi başkası aldı. İşi alan kişi maddi durumunu düzeltti ve öğrenciyken burs aldığı yere yardımda bulundu. Onun yardımıyla okuyan bir çocuk doktor olmaya karar verdi. Buna domino etkisi denir. Bir de o doktor, seneler sonra sizin hayatınızı kurtarırsa... Sizin senaryonuza göre o gün sadece dışarı çıktınız. Dostunuz sadece işi kaybetti. İşi alan kişi sadece iş sahibi oldu. Doktor olan çocuk sadece doktor oldu. Bizim için olayların tek boyutu, tek anlamı vardır. Sebepler zinciri herkes için farklı bir sonuç doğurur. Ama bu zincir hiç kopmadan devam eder.


Görülebilen bir senaryoyla devam edelim. Örneğin bir köşede durmuş bir arkadaşınızı bekliyorsunuz. O sırada bir köpek havlayarak sizin olduğunuz yere doğru koşmaya başladı. Refleks olarak kaçtınız ve köpek önünüzden geçip gitti. Aslında size koşmuyormuş. Bir dakika sonra az önce durduğunuz yere yukarıdan bir saksı veya size zarar verecek herhangi bir cisim düşüyor. Şaşkınlıkla şükrediyorsunuz. Hepimiz bu senaryodakine benzer birkaç olay yaşamışızdır. Bu, sebep-sonuç bağlantısı kurulabilen, görülen senaryo. Bir de bunun yukarıda anlattığım gibi görülmeyen çeşitleri var. Şişhaneye Yağmur Yağıyordu incelemesini bu yüzden paylaşmıştım. Sosyal tenkit kısmı şöyle dursun nedensellik felsefesi açısından bayıldığım bir eserdir. Eğer okumadıysanız mutlaka okumanızı öneririm. Gördüğünüz gibi o gün sokağa çıkmamızın bize ne getireceğini, o köpeğin neden bize doğru koştuğunu, o atın kişnemesinin nasıl sonuçlar doğuracağını bilmediğimiz gibi bazı dileklerimizin neden gerçekleşmediğini de bilemeyiz. İşte biz bu kadar bilmiyorken, kendimiz için neyin en iyi olduğunu nereden bilebiliriz ki?


nedensellik felsefesi domino etkisi
Domino Taşları

Peki istemeyelim mi? Madem bizim için iyi olan bize gelecek hiç çabalamadan oturalım mı? Hayır! İstemezsen gelmez. Çabalamazsan gelmez. İsteyeceğiz, çabalayacağız, inanacağız. Ama ısrar etmeyeceğiz. Çabalar asla sonuçsuz kalmaz. Çünkü “çaba”, tek hedefe yönelik gerçekleştirilen ve hedef başarısız olduğunda etkisini tamamen yitiren pasif bir enerji değildir. Çaba, tüm arzularınız için aktifleşen itici bir güçtür. O yüzden bir adım attığınızda tüm işleriniz açılır. O yüzden bir yerden başlayınca gerisi çorap söküğü gibi gelir. Siz X iş için çabalamışsınızdır, alakasız bir Y işi pat diye önünüze düşer. “Ay X için ne kadar uğraştım o iş olmadı da Y aklımdan bile geçmezken ayağıma geldi” dersiniz. Bu, Y işini çabalamadan elde ettiğiniz anlamına gelmez. X için vermiş olduğunuz çabanın mükafatını aldığınız anlamına gelir. Demek ki sizin için hayırlı olan Y imiş. Çünkü biz, sadece dünü ve bugünü bildiğimizden bugüne göre isteriz. Arzularımız bugünkü planlarımıza göre şekillenir. Halbuki yarın da bir şeyler olacak. Dört sene sonra sözgelimi hedefleriniz yön değiştirir, şartlar değişir ve dersiniz ki “İyi ki o zaman bana X değil de Y gelmiş.” Bunları anlatmak istiyorum çünkü kendi hayatımda aynılarını yaşıyorum. Yaşadıkça Allah’ın ve yarattığı evrenin ne kadar büyük, kendimin ise ne kadar küçük olduğunu görüyorum. Sadece yaşamak yetmez elbette bunları görmek, fark etmek için. Okumak da lazım. Tüm bu deneyimleri felsefe, psikoloji ve bilinçaltı hakkında öğrendiklerimizle birleştirince büyülenmemek elde değil. Dolayısıyla Allah’a güvenip, akışa bırakmamak da elde değil.


Hırsla istediğiniz zaman adeta ona güvenmiyormuşsunuz gibi olur. İstediniz olmadı; neden olmadığını görmediniz. Çabaladınız olmadı; karşınıza başka fırsatlar çıktı görmediniz. Çünkü hırs böyledir. İnsanın gözünü kör eder. Mutlaka kişiye zarar verir. Azim ve hırs bambaşka şeylerdir. Karıştırmamak lazım. Sonuçta kör bir hırsla arzunuzun peşinden gittiniz ve onu elde ettiniz. Fakat hayrını görmek şöyle dursun zararını gördünüz. Hem de öyle bir zarar gördünüz ki çok pişman oldunuz. Kendiniz böyle bir şey yaşamadıysanız bile şu an mutlaka aklınıza duyduğunuz bir olay gelmiştir. Bunun sonucunda kişi “Bunun için mi bu kadar uğraşmıştım. Keşke hiç olmasaydı. Allah'ım bana bunu neden verdin?” der. E olmamıştı ki zaten! Vermiyordu, sen çok istedin. Eğer inançlı bir insansanız Allah’ın vermekle yükümlü olduğunu bilirsiniz. “İsteyin vereyim” dediğini bilirsiniz. (“Bana dua edin, duanızı kabul edeyim” -Mü’min(60)) Şuursuzca istemeye devam ederseniz o da üzerine düşeni yapar ve dileğinizi gerçekleştirir. Sonra da suçlu olur. Eğer işin sadece evren ve enerji boyutuyla ilgileniyorsanız da çekim yasasının er geç çalıştığını bilirsiniz. Yani üzülerek söylemeliyim ki bu hikayede sizden başka suçlu yoktur.


Akışta kalmak bu yüzden önemli. Hayır dilemek bu yüzden önemli. Ben layığıyla anlatabildim mi bilmiyorum. Belki kiminize saçma gelmiştir yazdıklarım. Olabilir. Bilmiyorsunuzdur. Öğrendikçe farkındalığınız artar. Kainatla, daha doğrusu Yaradanla ve yaratılmış olan her şeyle bütünleştikçe güveniniz artar. Herkese her şeyin en hayırlısının nasip olduğu güzel bir ömür diliyorum.

Коментарі


  • LinkedIn

©2021, Ayşe PELİKLİ tarafından Wix.com ile kurulmuştur. Her hakkı saklıdır.

bottom of page